Çıkış Yap
Vodafone Yanımda İnternet sayfasından çıkmak üzeresiniz. Oturumunuzu sonlandırmak istediğinize emin misiniz?
Araç takip sistemi ile filo optimizasyonu yaparak ve rölanti sürelerini kısarak %15'e varan yakıt tasarrufu sağlayın!
Akıllı Fabrikalar, işletmelerin dijitalleşme yolculuğunda ihtiyaç duydukları veri toplama, entegrasyon ve otomasyon altyapısını sunar, üretim süreçlerini optimize eder.
Merhaba, ben Profesör Doktor Coşkun Küçüközmen. İzmir Ekonomi Üniversitesi İşletme Fakültesi'nde öğretim üyesiyim ve Uluslararası Ticaret ve Finans bölümünde dersler vermekteyim. Bugün sizlere dış ticaret üzerine bir seminer vereceğim. Seminerin konusu, öncelikle gelişmekte olan pazarlara girmek ve niçin bu pazarlara odaklanmamız gerektiğidir. Çünkü developing market (gelişmekte olan pazar) ya da emerging market (gelişmekte olan pazar) olarak bilinen gelişmekte olan piyasalar, önlerinde ciddi bir gelişme potansiyeli bulunduğu için hem gelişmiş ülkeler hem de diğer gelişmekte olan ülkelerin önde gelen firmaları için hedef pazarlar arasında yer almaktadır.
Sonrasında ticaret savaşlarından bahsedeceğim, özellikle Amerika Birleşik Devletleri ile Çin arasındaki ticaret savaşlarından ve ardından da e-ticaretin ve özellikle işletmeler için e-ticaretin önemini anlatacağım. İlk olarak şunu sormak istiyorum; Gelişmekte olan pazarlardan nasıl pay alabiliriz ve neden bu pazarlara odaklanmalıyız? Bu konuda birçok çalışma yapılmıştır.
Nasıl pay alabileceğinizi ve niçin bu pazarlara odaklanmanız gerektiğini anlamak için, uluslararası alanda geçerli olan bir dilin yanı sıra, çalışma kültürüne sahip olmanız önemlidir. Bu konuda McKinsey tarafından yaklaşık 8 sene önce yapılan ve kamuoyu ile paylaşılan bir rapora değinmek istiyorum. Raporda, "30 trilyon dolarlık bir piyasadan pay almak ister misiniz?" şeklinde ifade edilen ve 2012-2022 yıllarını kapsayan bir dönemi öngörüldüğü belirtilmektedir. Bu rakam, önümüzdeki on yıl için bir tahmindir. Ancak, birçok şirket için bu pazarlara girmek riskli bir girişimdir, özellikle küçük girişimciler için. Dış pazarlarda başarının yolunun nereden geçtiği konusu hala birçok şirket tarafından bilinmemektedir.
Ancak, önemli olan nokta, doğru ortağı bulabilmektir. Karşı tarafı bulmakla kastettiğim, örneğin Çin pazarına girmek istiyorsanız, bir ortak sizin işlerinizi büyük ölçüde kolaylaştırabilir, zaman kazandırabilir ve o ülkenin dilini, kültürünü, sosyal yaşamını, ekonomik rejimini dikkate alarak o ülkenin profiline uygun hareket etmenizi sağlayabilir. Sizin için normal olan bir hareket, karşı taraf için normal olmayabilir veya tam tersi durum söz konusu olabilir. Bu nedenle, sınır ötesi işlerinizi yönetebilecek ve o ülkenin kültürel bilgileriyle destekleyen bir yöneticiye ihtiyaç duyduğumuzu vurgulamak istiyorum. Bu türde bir yöneticiyi, karşı tarafta bulabileceğiniz gibi kendi ülkenizde de arayarak veya başka yöntemlerle bulmanız mümkündür. Ancak burada önemli olan güvendir. Güven esastır, sizin bu kişiye güvenmeniz ve bu kişinin de size güvenmesi gerekmektedir. Neden mi? Çünkü uluslararası ticaret ciddi ve riskli bir iştir ve yapılan bir hata, hem firmaların hem de kişilerin geleceğini tehlikeye atabileceği gibi gereksiz hukuki problemlerle uğraşmanıza neden olabilir.
Hızlı markalaşma kavramıyla başlayalım. Hızlı markalaşmada müşteri bağlantısı çok önemlidir. Bu noktada, henüz karşılanmamış bir müşteri ihtiyacını karşılamak önemlidir. Şimdi şunu düşünebilirsiniz: "Bir ihtiyacın karşılanmadığını nereden bileceğim?" Bu noktada, müşterinin yerine kendinizi koyarak veya o ürünü kullanan biri olarak düşünebilirsiniz.
Eleştirel bir yaklaşımla konuya bakmak önemlidir. "Keşke şöyle bir şey olsaydı!" veya "Keşke bunu da yapabilseydi!" dediğiniz zaman, ortada karşılanmamış bir ihtiyaç olduğunu anlarsınız. Kendi ürününüzün müşterisi olabilir ve bu bakış açısıyla karşılanmamış müşteri ihtiyaçlarını kolaylıkla bulabilirsiniz. Müşteri gücü gerçekten önemlidir. Bir müşterinin olumlu bir şey söylemesinin etkisi belirli bir seviyededir, ancak olumsuz bir şey söylemesi çok daha büyük etkiler yaratabilir. İnsanlar asimetriye, yani olumsuz deneyimlere daha fazla önem verirler. Bir örnek verelim: Bir lokantada yemek yedim ve çok beğendim, herkese tavsiye ettim. İnsanlar koşa koşa gitmezler. Ancak aynı lokantada yemek yedim, beğenmedim, çok kötüydü, hatta başıma şunlar şunlar geldi dedim. İnsanlar ciddi şekilde bundan kaçınırlar ve gitmezler. Dolayısıyla görüşler ve öneriler asimetriktir. Pozitif bir deneyim aniden yükselmeyebilir, ancak negatif bir deneyim aniden yükselebilir.
Diğer bir önemli faktör iletişim etkinliğidir. Önemli olan nokta kendinizi tanımanız ve kendinizi nasıl tanıttığınızdır. Kendinizi nasıl tanıyor ve dışarıya nasıl bir izlenim veriyorsunuz? Hızlı markalaşmanın bir diğer önemli faktörü iş kapasitesidir. İş kapasiteniz nedir? Görev başındayken nasıl bir faaliyet gösteriyorsunuz? Nasıl bir davranış sergiliyorsunuz? Bu basit gibi görünebilir, ancak zor bir noktadır. Çünkü çalışanların varlığına dair bir görev bandını televizyonlarda görebilirsiniz. Bir markanın cep telefonu fabrikasına gidip, herkesin çalıştığını görebilirsiniz. Orada bir üretim bandı vardır, herkes çalışırken, dışarıdaki insanlar bunlardan bahseder. Dolayısıyla siz bir görev bandında nasıl bir imaj bıraktığınızı ve nasıl çalıştığınızı karşı tarafa göstermelisiniz.
Diğer bir faktör dağıtım kolaylığıdır. Hangi kanallardan ve nasıl kolaylıkla ulaşılabilirsiniz? Bu tedarik zinciri ve lojistikle olabilir. Önemli olan bir şeyi en kısa sürede tedarik edebilme yeteneğidir. Şu anda COVID-19 (koronavirüs) günleri yaşıyoruz ve dağıtım kanallarının etkili ve verimli bir şekilde çalışması çok önemlidir.
Bir diğer faktör iş modelidir. İş modelimiz nedir ve ne kadar süredir kullanıyorsunuz? Beş yıl boyunca birçok şey değişti, iş modelinizi güncellediniz mi? İş modelinize gerekli değişiklikleri yaptınız mı? Bazı şeyler ciddi ölçüde aksayabilir. Aksayan şeyleri görebilme imkanımız var mı? Ya da bir şey aksadığında size bunları anlatacak kişileriniz çevrenizde var mı? O zaman hemen bir başka soruya geçelim. Bununla bağlantılı olarak, şirketiniz ne kadar risk altında? Yani buraya baktığınız zaman başarı, kar, büyüme ve sınırsız iyimserliği birlikte getirir. Ancak elde edilen başarı, yöneticilerin dikkatli olmadıklarında şirketi tehlikeli durumlara sokma potansiyeline sahiptir. Bunlardan biri birdenbire büyümektir. Farklı pazarlara girmek için ciddi miktarda finansman kullanıyorum ve daha sonra beklediğim gibi gitmediğinde ya da istediğim sonuçları vermediğinde bu borcun sizi sıkıştırıp yok etme olasılığı bile vardır.
O zaman şirketimizde ne kadar risk olduğunu sormalıyız. Bu riskleri üç ana kategori altında ele almalıyız: büyüme, kültür ve bilgi yönetimi. Örneğin, büyümede ne vardır? Performans baskısı, belirli bir süre içinde belirli miktarda ürün satmamız gerektiği düşüncesiyle ortaya çıkıyor. Başka genişleme ve büyüme oranımız, belirli niteliklerde veya kilit noktalarda bulunması gereken personelin eksikliğiyle karşılaşabiliriz.
Bazı firmalar, önemli anlarda satın alma müdürünü değiştirdiklerini söylüyor. Ancak yeni birimin tanınması, fabrikanın tanınması, işlem sisteminin tanınması gibi süreçler ciddi bir zaman gerektirir ve bu da bir risk almayı gerektirir. Peki kültür konusunda neler var? Burada girişimci bir miktar sermaye koyar ve karşılığında bir şey bekler. Kültüre bağlı olarak, bu beklenti saldırgan bir şekilde, "Bu kadar süre içinde koydum, bunun karşılığını almak istiyorum." şeklinde bir anlayışa mı sahip olunur? Yoksa zaman içinde yayılan bir büyüme ve kalıcı bir şirket olma hedefi olan bir kişi mi? Ya da kötü haberler geldiğinde, yöneticinin direnci ne kadar güçlüdür? Ne kadar dikkate alır? Bu aynı zamanda psikolojik bir savaş ve ticaret ile uluslararası boyutta gerçekleşir. Ayrıca yerel rekabet düzeyi ve firma içi rekabet düzeyi de önemlidir. Çünkü aynı firmada çalışan insanlar birbirleriyle rekabet edebilirler, birbirlerini destekleyebilirler veya birbirlerini yok etmeye çalışabilirler. Aynı şekilde benzer ürünler üreten firmalar da birbirleriyle rekabet halinde olabilirler, ancak bir araya gelme konusunda zorluklar yaşayabilirler. Birlikte olmak ve rekabet etmek, birbirlerini yok etmek için değil, kaliteyi artırmak için önemlidir.
Başka ne var? Günümüzün en önemli konusu, en önemli sorusu ve en büyük sorunu: Teknoloji nereye kadar etkili olacak? Bu noktada bilgi yönetimi konusu da ön plana çıkıyor. Merkezi olmayan dağıtık bir yapıyla birçok kişinin şirket içinde çalıştığı ve bilgi yönetimi sürecinin bilgi teknolojilerini beraberinde getirdiği bir durumla karşılaşabiliriz. Performansı ölçmek için, stokları ölçmek için veya stok devir hızını görmek için anlık olarak uygulamalar kullanabiliriz. Bugün, bir risk puanı hesaplamak için bir araya getirilebilecek ve görmemiz gereken bazı unsurlar vardır. Ancak elbette büyük bir şirketi veya karmaşık bir şirketi bu kadar basit bir şablona sığdırmak mümkün olmayabilir. O zaman, sizin kendi risklerinizin farkında olmanız gerekiyor. Sizin kontrolünüz altında olan ve olmayan riskler bulunmaktadır. Mesela, insan kaynaklı riskler ve teknoloji kaynaklı riskler gibi durumlar söz konusu olabilir. Ayrıca, doğal afetler ve hatta terör saldırıları gibi kaynaklardan kaynaklanan riskler de mevcuttur.
İnsan kaynaklı risklerden bahsederken, insanların bilerek ya da bilmeyerek yaptığı hatalardan kaynaklanan problemlerden söz ediyoruz. Bu hatalar, itibarınızı sarsabilecek risklere dönüşebilir. Teknolojiyle ilgili riskler nelerdir? Sistemin aniden çökmesi, virüs bulaşmasıveya anlaşılmaz bir nedenden dolayı çalışmaması gibi ciddi sorunlar ortaya çıkabilir. Doğal afet riski nedir? Sel, deprem, yangın ve hatta şu anda yaşadığımız pandemi gibi durumlar birçok sektörün faaliyetlerini engelleyebilir. Bu, birçok sektörün gerçek anlamda ifa edebilmesinin önündeki en büyük engel haline geldi.
Bu noktada başarı, risk almaktan hoşlananları cesaretlendirebilirken, başarısızlık korkusu olanları hızla geri itebilir. Bu yüzden yapmamız gerekenlerden biri, üst düzey yönetimin her işle uğraşmak yerine, seçici bir şekilde önemli noktalarda karar verme mekanizmasını devreye sokması ve aynı zamanda kendi kendine düzgün çalışan bir şirket sistemi ve işleyiş kurmasıdır.
Üst düzey yönetimin nispeten daha az zaman harcadığı gibi görünse de, telefonlarla sürekli meşgul olup kararlar alacağım, toplantı yapacağım şeklinde kendini yönettiği zaman, hem kendine hem de şirkete zaman ayıramaz. Bu durumda ne olur? Günü planlamak için toplantılar düzenlenir, fakat burada bir odaklanma olmaz. Odaklanmanın olmaması durumunda ne olur? Gündemsiz toplantılar yapılır, toplantının bir kısmı çay-kahve molalarıyla geçer, bazıları da başka şeylerle ilgilenir.
Bunun yerine, pandemi günlerinden bir örnek vermek gerekirse, gereksiz Zoom, Google Meet veya Skype görüşmelerinde çay-kahve molaları olmadığı için özellikle bir saat sonra gerçekleşen toplantılar çok daha verimli hale gelir. Bu saat içinde çay içmek veya dağıtmak gibi zaman kayıpları yaşanmaz. O zaman, gündemi belirlemek ve herkesin gündeme uygun şekilde çalışmalarını hızlıca yapmasını sağlamak, aynı anda tarafların katkıda bulunduğu ve sonuçların oluştuğu toplantılar düzenlemek önemlidir. Üst düzey yönetimin toplamda neye zaman harcadığına gelince, işletme performansını değerlendirmeye, anlık krizleri çözmeye, idari konular üzerinde politikalar geliştirmeye, iş gücü konularıyla ilgilenmeye, kurumsal yönetimi düşünmeye, finans politikalarına, yatırımcı ilişkilerine ve yönlendirmelere, ekip oluşturmaya, yedekleme planlaması yapmaya, varsa hukuki davalara, topluma hizmet ve sorumluluklar için zaman ayırmaya ve diğer birçok konuya odaklanmaktadır. Bu nedenle, zamandan en iyi şekilde faydalanabilmek için bazı teknikler bulunmaktadır.
Operasyonlarla stratejileri ayırmak önemlidir. Yani stratejimizle aynı şekilde operasyonlarımıza da odaklanmalıyız. Ayrıca, tartışmalardan ziyade kararlara odaklanmalıyız. Anlatmak yerine net, anlaşılır ve iletişimi kolay bir cümleyle sonuca odaklanmalıyız. Bir diğer konu ise, gündemdeki her maddenin değerini ölçerek gündeme alınması gerektiğidir. Her şeyi gündeme almak zorunda değiliz, öncelik sırasını belirlememiz gerekmektedir. Eğer gündem dışı konular varsa, onlara hızlıca geçmeliyiz. Masaya gerçek seçimleri koymak, ortak karar alma süreçlerini standartlara uydurmak ve kararları net bir şekilde belirlemek önemlidir. Belirsizlikten kaçınmak da gereklidir.
7/24 ulaşabileceğiniz size özel müşteri danışmanı ve özel DDOS koruması içeren metro ethernet ile şirketinizin en yoğun olduğu saatlerde bile eşit indirme yükleme hızı ile çalışma motivasyonunu koruyun!
Nesnelerin interneti ile aksiyon alınabilir veriler ile operasyonel verimliliğinizi artırın!
Evet, şimdi küresel rekabet konusuna geçelim. Bu konuda biraz geçmişe bakalım. Yakın geçmişte neler oldu? Küresel ekonomi, pandemi öncesinde büyük zorluklarla karşı karşıya kaldı. Bu durumu ifade etmeye çalışıyorum. Krizden çıkış işaretleri küresel düzeyde düzensiz bir şekilde devam etti, 2007-2008 finansal krizini hatırlayalım. O dönemde kolayca toparlanamadık, gerçekten dünya ekonomisi büyük bir resesyona girdi ve finansal piyasalara, kurumlara ve finansal araçlara olan güven neredeyse sıfırlandı.
Merkez bankaları faiz oranlarını sıfıra indirdi, varlık alım programlarına başladılar, trilyonlarca dolarlık varlık alımı gerçekleştirildi. Peki, sonuçta bir şeyler düzeldi mi? Nispeten düzeldi ama maalesef birçok emeklilik fonu buharlaşıp kayboldu, ticaret durma noktasına geldi ve istatistiksel verilere bakıldığında dünya ekonomisinin dengelemesi ekonomik ve finansal anlamda bozuldu. Ancak, gelişmekte olan ülkeler, aşırı ısınma riskine rağmen nispeten daha sağlıklı ve güçlü bir büyüme gösterdiler. Bunlardan bildiğiniz gibi BRIKS olarak kısaltılan Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika bulunuyordu. Bu ülkeler ciddi büyüme oranları sergilediler, ancak hala yarışa devam eden ve dünya ekonomisini gerçek anlamda lokomotif olarak çeken bir Çin var. Çin konusuna tekrar değineceğiz.
Ayrıca, gelişmiş ülkeler krizden çıkış sürecinde maalesef biraz geride kaldılar, işsizlik oranları tahmin edilemeyecek seviyelere yükseldi ve ardından finansal belirsizlik sürdü. Gelişmiş ülkeler grubu şu an için net bir ilerleme görüntüsü vermiyor, dedikodular ortaya çıkmaya başladı. İngilizce olarak aynı şeyi ifade ediyorlar, yani gelişmekte olan ülkelerde neler olduğunu hala görmüyoruz, hala anlamıyoruz, burada neler olup bittiğini bilemiyoruz. O zaman, bu küresel rekabet içerisinde gelişmişliği ve başarıyı belirleyen hangi faktörlere bakmamız gerektiğini düşünelim. Bu faktörlerden birkaç tanesini söylemek istiyorum. Öncelikle, bazı ekonomiler faktör çekişli ekonomilerdir. Bu ekonomilerde kurumlar, altyapı, makroekonomik ortam, sağlık ve temel eğitim gibi unsurlar önemlidir. Diğer bir faktör ise etkinlik çekişli ekonomilerdir. Bu ekonomilerde yüksek öğrenim ve işbaşında eğitim, mal ve emtia piyasalarındaki etkinlik, iş piyasasının verimliliği, finansal piyasa gelişimi, teknolojik altyapı ve pazar büyüklüğü gibi faktörler öne çıkar. Üçüncü olarak ise yenilik çekişli ekonomiler bulunur. Bu ekonomilerde iş dünyasının gelişmişliği, yeni ve küçük firmalar, start-up'lar, embriyonik girişimler ve hayali unicorn olarak adlandırılan, 1 milyar doların üzerinde değere sahip olabilen şirketler önemlidir. Doğal olarak yenilik ve yenilikçilik bu ekonomileri destekler.
Türkiye, faktör çekişli veya etkinlik çekişli ülkeler arasında değil, yenilik çekişli grup ve geçiş aşamasında olan bir ülkedir. Ancak bu noktayı kolayca yakalamak zor değildir. Uluslararası bir marka yaratmanız gerekmektedir. Bu markalara baktığımızda, Uber'in hangi ülkeye ait olduğunu, Airbnb'nin hangi ülkeye ait olduğunu, Google'ın gerçek sahibini, Facebook'un vergi ödediği ülkeyi, WhatsApp'in sahiplerini vb. bilmek önemlidir. Bugün birçok firma küresel olarak doğmaktadır ve bu firmalar yenilikçi grubun öncülerinden olmaktadır. 10-15 sene önce Fortune 500'de yer alan şirketlere bakıldığında, hizmet sağlayıcı veya bilgi teknolojileri firmalarını bu listede görmek mümkün değildi. Genellikle otomobil üreticileri, petrol devleri, enerji üreticileri ve silah üreticileri gibi firmalar öne çıkıyordu. Bugün baktığımızda, FANNG olarak adlandırılan Facebook, Amazon, Apple, Netflix, Google gibi şirketlerin fiziksel bir üretimleri olmasa da hayatımızı kolaylaştırdığını görüyoruz.
Bunları neyle kolaylaştırıyor? Yazılımlarla. Neyle kolaylaştırıyor? Veriyle. Bize kazandırdığı zamanla, bize kazandırdığı fırsatlarla. Bu firmaların sunduğu hizmetleri kullanarak dünyanın her yerine, haberler ve bilgiler bazında, çok kısa bir sürede erişebiliyoruz. Peki, bunu paraya dönüştürmek mümkün mü? Her zaman mümkün. Genellikle öğrencilerime şu örneği veririm ve sizinle de paylaşmak istiyorum; İnternet ve fare (mouse) herkesin elinde mevcut. Ne kadar para kazandığımızı biliyorsunuz, ancak Mark Zuckerberg Facebook ile milyarlarca dolar kazandı. Bu örnekte, elimizde bulunan kaynakları ne kadar yetenekli ve etkin bir şekilde kullandığımıza bakmak gerekiyor.
Küresel rekabet söz konusu ve size biraz da bu küresel rekabet raporundan bahsetmek istiyorum. Küresel rekabet raporu, Dünya Ekonomik Forumu tarafından yayınlanan bir rapordur. 2018'de Türkiye, 137 ülke arasında 53. sıradaymış. Tabii ki bu sıralama, ülke basınına baktığınızda genellikle ilk 10'da yer alan ülkelerin benzer olduğunu görürsünüz: İsviçre, Amerika Birleşik Devletleri, Singapur, Hollanda, Almanya, Hong Kong, İsveç, İngiltere, Japonya, Finlandiya gibi. Ancak Türkiye, 2018'de 137 ülke arasında 53. sıradayken, 2019'da maalesef 141 ülke arasında 61. sıraya gerilemiş. Yani rekabet gücümüz biraz azalmış. Bunu nasıl artırabiliriz ve nasıl artırmalıyız, bu da başka bir konu.
Şimdi, başlangıçta bahsettiğimiz McKinsey raporuna geri dönelim. 2012 yılındaki rapordan bahsediyorum. Bu rapora göre, 30 trilyon dolarlık bir pazar bulunuyor. Nasıl bu pazara girebiliriz? Rapor, altın ipuçları veriyor ve şehirlere odaklanmamız gerektiğini söylüyor. Çok ilginç değil mi? Bir ülkeyi hedeflemek yerine, o ülkedeki şehirleri hedeflemeliyiz. Hatta büyük şehirler varsa, belki de onları daha yakından inceleyerek belli semtleri bile hedefleyebilirsiniz. Çünkü çok uluslu şirketlerin çoğu kararlarını, ülkelerden ziyade şehirler bazında veriyor. Ancak gelişmekte olan ülkelerdeki tüketici tercihleri, satın alma gücü ve piyasa koşulları şehirden şehire ciddi farklılıklar gösteriyor ve bunu göz ardı edenler maalesef zarar görüyorlar. Dolayısıyla, gelişme potansiyeli olan orta büyüklükteki şehirleri hedeflemek, McKinsey raporunun önemli bir noktasıdır. Coğrafyanın yanı sıra zamanlama da önemlidir. Beklenmedik şekilde atağa geçecek ve büyüme potansiyeline sahip yerleri tahmin etmeye çalışmalıyız. Bu noktada istatistikler ve veriler her yerde mevcuttur, bu yüzden şirketinizin mutlaka istatistikleri toplayacak, değerlendirecek ve analiz edecek yetenekli insanlara sahip olması gerekmektedir.
Diğer bir konu ise çok uluslu şirketlerin şehirlere bakış açısıdır. Ülkeleri zengin ve gösteriş seven sınıf ile fakir sınıf olmak üzere iki sınıfa ayırırlar. Ancak fakir sınıf bir süre sonra orta sınıfa geçer. Bu durum Çin'de gerçekleşti ve Çin'de muazzam bir tüketici grubu bulunuyor. Fakirlikten orta sınıf tüketiciye geçiş sağlandı. Aynı durumun yakın gelecekte Hindistan için de geçerli olması bekleniyor. Hatta bazı tahminler ve raporlarda Hindistan'ın nüfusunun 2050 yılında Çin'i geçeceği öngörülmektedir. Bu durumda kaynaklarımızı nasıl planlamalıyız? Uzun vadeli düşünerek bir strateji uygulayabilirsiniz. Ancak bizim gibi gelişmekte olan ülkeler için uzun vadeli planlama, gelişmiş ülkelerle karşılaştırıldığında daha zorlayıcı ve dayanılması güç bir durumdur. Ancak gelişmekte olan ülkelerdeki şirketler, yatırımları daha hızlı bir şekilde kaydırma yeteneğine sahiptir. Bu nedenle çok uluslu şirketler, gelişmekte olan ülkelerde etkili bir şekilde rekabet etmek için büyük rol oynamakta ve bundan vazgeçmemektedir.
Şimdi bu noktada, güvenden ve fiyattan bahsettik, ayrıca fiyat yelpazesinden bahsettik. Bugün e-ticaret sitelerine girdiğinizde, hangi ürün olursa olsun, hepsinin farklı fiyat ve kalite özellikleri olduğunu görürsünüz. Hatta tüketici ihtiyaçlarına göre özelleştirilmiş ürünleri rahatlıkla temin edebilirsiniz ve birkaç gün içinde kapınızda bulabilirsiniz. Dolayısıyla, piyasaya giden yolları veya tüketici taleplerini nasıl ve ne şekilde karşılamamız gerektiği konusunda ciddi bir analiz yapmamız gerekmektedir. Özet olarak, gelecekteki pazarlar için bugünden organize olmanız gerekmektedir. Dünya Ekonomik Forumu ve diğer uluslararası kuruluşlar tarafından yayınlanan raporlara herkes bakmaktadır. Bunun nedeni, bir ülkede iş yapmadan önce veya bir ülkeye giriş yapmadan önce, o ülkenin iş yapma kolaylığına, sağladığı güvenceye ve karşılaşılacak zorluklara dair derecelendirme ve notlarını görmektir. Bu noktada Türkiye maalesef yapılan sıralamalarda genellikle en iyi 50 içinde yer alamıyor, ancak 60-70 sıralarında yer alıyor. Ancak 2020 yılında Türkiye, 192 ülke arasında 33. sıraya yükseldi. Bu çok önemli bir gelişme.
Bu önemli gelişmeyi lehimize kullanmak durumundayız. İş yapma kolaylığı nedir? Hemen ifade etmeye çalışalım. Varsayalım ki şirket kurmak istiyorum, yabancı bir firmayı kaç günde kurabilirim? Ne kadar sürede kurabilirim? Hemen vergi levhası alabilir miyim? Elektronik anlamda e-ticaret veya e-sirket gibi şeyleri internet üzerinden beş dakika içinde kurabilir miyim? Hemen elektrik, su gibi abonelikleri yapabilir miyim? Bir mülk satın almak istersem ne kadar sürede alabilirim? Kiralayabilir miyim? O bölgedeki hukuk sistemi birtakım şeylere ne kadar izin veriyor ve sistem ne kadar hızlı çalışıyor? Bu faktörlerin hepsini bir araya getirdiğimizde, o ülkede iş yapma kolaylığı denilen bir derece notu ya da bir puan ortaya çıkıyor ve ülkeler bunları inceliyor. Bazı ülkelerde bir gün içinde tüm işlemleri bitirebilmeniz mümkün, bazı ülkeler ise rahatlıkla ilk 20 içine girebilecek şekilde 80-90-100. sıralardalar. Bu raporların hepsi internet sitesi üzerinde mevcut ve "iş yapma raporu" veya "doing business" şeklinde bir arama yaptığınızda karşınıza çıkacak ve hedef ülkelerinizi bu açıdan net bir şekilde inceleme imkanınız olacak. Bu noktada hedef ülke derken, sizin yatırım yapacağınız ülkelerin size nasıl baktığı gibi, sizin yatırım, ihracat-ithalat ve işbirliği içinde bulunacağınız ülkelerin de bir nevi iş geçmişi olarak bu puanlara, bu derece notlarına bakmanız çok önemli.
Şimdi buradan çok önemli bir başka noktaya geçmek istiyorum. Geçeceğim nokta şu şekilde ifade edeyim. Şu ana kadar anlattıklarımızdan sonra ara bir soru sormak istiyorum: Hazır mıyız? Yani hedef ülkemiz, hedef ürünümüz, ekibimiz, elemanlarımız, kültürel okuryazarlığımız, her şeyimiz tamam mı? Finansman durumumuz ne? Beklenmedik riskler ortaya çıktığında ne kadar uzun süre ayakta kalabiliriz? Hangi taahhütlere hangi vadelerde girebiliriz? Elimizin yanında mı? Eğer ben şirket yöneticisi olarak aynı zamanda liderlik pozisyonunu üstlenmişsem, herhangi bir sıkıntı anında benim dışımda bu işi bu misyonu üstlenecek bir başka kişi var mı? Gerektiğinde sıkıştığınızda yardım alabileceğiniz kurum, kuruluş veya kişiler var mı? Şirketler var mı? Yeterli miktarda pazarlamacınız, satış elemanınız, İK elemanlarınız mevcut mu? Esneklik olarak ne kadar esneksiniz? Çok hızlı bir şekilde yeni koşullara ve ortamlara adapte olabiliyor musunuz? Sizi diğer firma ürün ve hizmetlerden rekabetçi bağlamda ayıran özelliğiniz nedir? Diye sorsam, ne cevap verirsiniz? Cevabınızı "ben" diye başlamalı ve ürününüzü etkileyici bir şekilde doldurmanız gerekiyor. O zaman başka bir soru soralım: En iyi pazarı gerçekten bulduk mu? Bugün birçok firma, kahve veya hamburger gibi konular üzerine yoğunlaşmış durumda. Büyük alışveriş merkezlerinin içinde veya şehir merkezlerinde dikkat ederseniz, birkaç kahve veya hamburger firması bulabilirsiniz. Ancak, bu tür işletmelerin şehrin tam merkezinde, ana noktalarda konumlanması da önemlidir. Bu noktaları doğru bir şekilde yakalamamız gerekmektedir, bunların başarılı bir şekilde yerleştirilmesi için pazar araştırması yapmak gerekmektedir. Pazar araştırması konusunda başarılı olan şirketler bulunmaktadır. Bu firmaların davranışlarından veya iş yapış biçimlerinden ülkemize gelen firmalar hakkında öğrenmemiz veya dikkate almamız gereken birçok şey bulunmaktadır.
Peki, en çok zorlayan şeylerden biri nedir? En önemli faktör, tabii ki finansmandır. Finansmanla ilgili en büyük sorun nedir? Uygun faiz oranlarına erişim ve kur riskine maruz kalmak. Bunları iyi yönetmek gerekmektedir. Bu nedenle, iyi bir finansçı olmanız gerekmektedir. Finansal piyasaların davranışlarını anlamak, döviz kuru ve faiz hareketlerini anlamak, enflasyonu iyi bilmek, reel getiri ile nominal getiri arasındaki farkı bilmek önemlidir. Aksi takdirde, firmanın batışının farkına varmayabilirsiniz. Birdenbire iflas eder ve "Her şey yolunda giderken birdenbire firma battı" derken, aslında firmanın zaten battığına dair işaretler verdiğini gözlemleyemezsiniz. Sonuç olarak, firma bir günde değil, bir süre boyunca sinyaller vererek batmış olur.
Siber güvenliğinizi son teknoloji çözümler ile güvence altına alın!
Fiziksel santralin gerektirdiği bakım maliyetlerinizi tamamen ortadan kaldırın, kurulum masrafı olmadan bulut santral ile tanışın!
Bir dönemin en çok konuşulan konularından bir tanesi kur savaşlarıydı. Kur savaşları, bir ülkenin ihracatını ucuzlatmak, ithalatını ise pahalılaştırmak amacıyla kendi para biriminin değerini düşük tutma çabalarını ifade eder. Bu süreçte ticaret savaşları da ortaya çıkmıştır.
Dolayısıyla dünyanın ticaret durumunu ve döviz kurlarına ilişkin durumu Trump öncesinde ve Trump sonrasında olmak üzere ikiye ayırabiliriz. Trump göreve geldikten sonra yaptığı ilk iş, Transatlantic Trade and Investment Partnership (TTIP) (Ticaret ve Yatırım Ortaklığı) anlaşmasını tamamen kaldıracağını duyurmuştur. TTIP, Avrupa Birliği ile Amerika Birleşik Devletleri ve Kanada arasında mal ve hizmetlerin gümrüksüz olarak serbest dolaşımını sağlayan bir serbest ticaret anlaşmasıydı.
Trump, bu anlaşmayı istemediğini belirterek ardından Trans-Pacific Partnership (TPP) (Trans-Pasifik Ortaklığı) anlaşmasından da çekileceğini ve Amerika'nın bunlardan dışarıda kalacağını söylemiştir. Trump'ın ticaret savaşlarına ilişkin politikalarının sebepleri, Trump'ın geçmişine baktığımızda, iş adamı kimliğiyle ve siyasi kimliğiyle Amerika Birleşik Devletlerinin birçok ülke tarafından soyulduğunu ifade etmesine dayanmaktadır. Bu ifadeleriyle Trump, ülkesinin sömürüldüğünü ve hak etmediği bir rejim karşısında ses çıkaramadığını belirtmiştir. Ülkemizi sayanları suçlamadığını, soyduranların ise yeteneksiz politikacılar olduğunu ifade etmiştir.
Trump, 1988 yılında Wall Street Journal gazetesine verdiği bir ilanda birçok ülkenin Amerika'yı soyduğunu ve politikacılarının bu ülkelerin politikacılarından daha az zeki olduğunu belirtmiştir. Ardından 1999 yılına gelindiğinde, yani 11 yıl sonra, ticaret savaşının uzun sürmeyeceğini düşündüğünü ve örneğin Japonya'nın Amerika'da satış yapması durumunda işin bittiğini ve Japonya'nın parasının olmadığını söyleyerek Amerika'nın kazanabileceğini ifade etmiştir.
2018'in mart ayına geldiğinde ise "ticaret savaşlarının iyi olduğunu, kazanmanın kolay olduğunu, 100 milyar dolarlık bir ülkeden mal almadığımızda bu ülkenin satamayacağını" söylemiştir. Ayrıca, yontulduğumuzu ifade ederek sözlerine devam etmiş ve yontan ülkeleri suçlamadığını, bunun yerine kendilerini ve liderliklerini suçladığını belirtmiştir.
Trump'ın burada neyi kastettiği ve neden böyle bir davranış içine girdiği ve kuralları nasıl değiştirdiği tam olarak anlaşılamamıştır. Amerika Birleşik Devletleri'nin dış ticaret açığı, toplamda 600-700 milyar dolar civarında ve en büyük açık Çin ile olan açıktır, bu açık yaklaşık 375 milyar dolar seviyesindedir. Ardından Almanya, Japonya ve Meksika ile de açık bulunmaktadır. Meksika ile olan dış ticaret durumunda Meksika lehinedir ve bugün Meksika ile Amerika arasında 71 milyar dolarlık bir açık bulunmaktadır. Dolayısıyla Amerika Birleşik Devletleri, içerisinde savaş açtığı ülkeleri şu şekilde sıralayabiliriz: Avrupa Birliği, Japonya ve Meksika.
Trump, bu ülkelerle ticaret savaşına girdiğini ilan etmiştir. Örneğin Meksika ile ilgili olarak duvar inşa edileceğini ve Meksika'dan alacaklarını ifade etmiştir. Bu durum oldukça ilginçtir. Amerika Birleşik Devletleri bu savaşı ilan ettiğinde ticaret savaşını en yüksek noktaya taşımıştır. İlk etapta bu durumu, Amerika'nın çelik ve alüminyum tarifeleriyle başlattığı basit bir ticaret savaşı olarak algıladık, dünya kamuoyu olarak. Ancak içerisinde neler olup bittiğini ve nasıl şekillendiğini tam olarak göremedik. Bunun nedeni, bu konuda dikkat çekilen birçok dergi olmasına rağmen bu derginin çok yaygın olmamasıdır. Londra'dan aldığım bir dergide ilginç bir ifade vardır.
Ticaret savaşlarında Trump'ın korumacı gündemi İngilizleri de etkilemiştir. Çin ve Amerika arasındaki ticaret savaşı, sadece Çin ve Amerika'yı değil, birçok ülkeyi etkilemiştir. Bu etkileşim o kadar büyüktür ki bugün Çin'in Amerika'ya satmakta zorlandığı malları, komşu Asya ülkeleri tarafından üretilmektedir. Aynı şekilde Amerika'daki soya fasulyesi ve soya yağ üreticileri ciddi sıkıntılar yaşamış ve Amerika'dan büyük miktarlarda satın aldığı soya fasulyesini ve soya yağını Brezilya'dan almaya başlamıştır. Bu süreçte ticaret yapma ve yeniden ticaret oluşturma kavramları ortaya çıkmıştır.
Amerika Birleşik Devletleri ile Çin arasındaki ticaret savaşlarını küresel ticaret savaşları olarak görebiliriz, çünkü her ülke kendini korumak zorundadır. Büyük ülkeler, sert ve hızlı önlemler alabilirken küçük ülkeler aynı sertlikte, esneklikte veya manevra kabiliyetinde olmayabilir ve buna karşılık verme imkanları bazen mümkün olmayabilir. Sonuç olarak, ticaret savaşlarının küresel ekonomiye etkisi, küresel gayrisafi yurt içi hasılanın büyümesine bir puanın yansıdığı kadar etkilemiştir.
The Economist dergisinin "Slowbalisation" başlıklı kapağı, küreselleşmenin yavaşladığına dair ilginç bir mesaj vermektedir. Kapak altında "küresel ticaretin geleceği" hakkında tartıştığımız 2019 Şubat'ında, ticaret savaşlarının ciddi bir şekilde ortaya çıktığı ve gözle görülür hale geldiği bir dönemdeyiz. Bu durumda uluslararası kuruluşlar, siyasi ya da askeri anlamda bir olay olduğunda devreye giren çeşitli örgütler bulunmaktadır. NATO, Birleşmiş Milletler ve Güvenlik Konseyi gibi kurumlar bunlara örnek olarak verilebilir. Ancak dünya ticaretini düzenleyen ve böyle bir ticaret savaşı durumunda müzakere veya arabuluculuk rolü üstlenen bir kuruluş yok mu? Elbette var. Bu kuruluşlardan biri, hatta belki de en önemlisi, Dünya Ticaret Örgütü (World Trade Organization - WTO) olarak bilinir.
Ne yazık ki, Dünya Ticaret Örgütü, gereken gücü ve kararlılığı gösterecek bir hukuki altyapıya sahip olmadığı için sadece seyirci kalmıştır. Amerika ile Çin arasındaki ticaret savaşlarına ilişkin olarak, Dünya Ticaret Örgütü'nün şu ana kadar tek bir söz bile etmediğini belirtmek gerekir. Ancak birçok dava görülmekte ve ülkeler arasında işler yapılmaktadır.
Ticaret savaşları konusunda maalesef Dünya Ticaret Örgütü beklentileri karşılayamamıştır, ancak bunun suçunu Dünya Ticaret Örgütüne atamayız çünkü Dünya Ticaret Örgütünün yetki sınırları bellidir. Zaten Trump dönemi sonrası ve pandemi dönemi sonrasında, Dünya Sağlık Örgütü de dahil olmak üzere birçok uluslararası örgütün varoluş nedeni, misyonu ve yapılarının nasıl olması gerektiği sorgulanmaya başlanmıştır. Şimdi biraz önceye dönelim. Acaba sadece çelik ve alüminyuma getirilen bir sınırlama mıydı konu? Yoksa başka boyutları da var mıydı? Tabii ki vardı. En büyük boyut 5G'ydi. Bu Huawei isimli Çin telefon şirketi ve Amerika arasındaki bir konuydu. Amerikan teknoloji alanında özellikle yapay zeka konusundaki üstünlüğünü Çin'e kaptırma endişesi belirginleşti.
Çünkü Çinli yetkililere baktığımızda, 2023-2025 yıllarının Çin'in yapay zeka alanında ve benzer birçok alanda Amerika'yı geride bırakacağına dair açıklamalarını görüyoruz. Bu durumda Huawei'nin başına neler geldi? İşte en tepedeki yöneticisinin bir akrabası Kanada'da tutuklandı, şimdi de 5G teknolojisinin İngiltere ve diğer bazı ülkelerde yasaklanmasına ilişkin Amerikan talepleri dolaylı olarak olumlu yanıt aldı ve Çin ile Amerika Birleşik Devletleri arasındaki asıl savaşın teknolojik ve stratejik üstünlük üzerine olduğu ortaya çıktı.
Peki bu teknolojik ve stratejik üstünlüğün arkasında neler var? Çok ilginç şeyler var. Güney Çin Denizi sorunu gibi bir konu var. Amerika Birleşik Devletleri bu konuda net bir tavır sergilerken, Çin de net bir tavrını ortaya koymuştu. Birazcık tartışmalı sulardan bahsedebiliriz bu noktada.
Başka ne var? Daha da ilginç bir nokta var. Amerika Birleşik Devletlerinin Çin'in kendi bölgesinde, kendi perspektifinde yaptığı bazı yatırımlarla bu ülkeleri ciddi şekilde borçlandırdığı iddia edildi. Kuşak ve Yol Projesi gibi bir proje var. Yani İpekyolu. İpekyolu tekrar canlandırıldı ve yaklaşık 70'e yakın ülkeye yatırım yapıldı ve bugüne kadar son 4-5 yıl içinde yaklaşık 2 trilyon dolarlık yatırım yapıldığı söyleniyor.
Bu ülkeler hangileri? Çin neredeyse tüm Afrika'ya yatırım yaptı, başka nereye yatırım yaptı? Afganistan'a, Pakistan, Myanmar, Vietnam ve kendi civarında bulunan diğer ülkelere, Avustralya'ya. Bugün internete girdiğinizde Çin'in bu ülkelerdeki yatırımlarını arama motorunda arattığınızda, Çin'in Amerika'daki yatırımlarını gösteren YouTube videoları çıkıyor. Astoria'da bulunan klasik ve Amerikan tarihinde önemli bir yere sahip bir otel bile Çinliler tarafından satın alındı. Hatta bir başka bilgi vereyim, bu vesileyle Çinliler 42 liman satın aldı, dördü Türkiye'de olmak üzere. Bu 42 limanın 34'ünü farklı ülkelerden aldılar ve Kuşak ve Yol Projesi'nin en önemli limanlarından biri de Pire Limanı oldu ve bunu da satın aldılar. İtalya'nın Sicilya bölgesini ziyaret eden en üst düzey Çinli yetkililer, pandemi öncesi İtalya ve Fransa'yı ziyaret ettiler.
Dolayısıyla Avrupa Birliği, buna karşılık hemen bir düzenleme çıkardı ve bazı ülkelerin Çin'i adını zikretmeden Avrupa Birliği ile ve Avrupa Birliği üyesi ülkelerle ilişkiye girmesini önlemek istiyoruz dedi.
Avrupa Birliği'nin ortak mutabakatı olması durumunda, ancak böyle bir durum söz konusu olabilir dedi. İşte bunların hepsi, ticaret savaşının farklı alanlara yayıldığı ve Kuşak ve Yol Projesi'nin en önemli ülkelerinden biri olan Türkiye'ye ait. Türkiye, Orta Kuşakta yer alırken, bu kuşak yol projesi içerisinde deniz İpek Yolu ve kutup İpek Yolu gibi rotalara sahiptir.
Ayrıca, Rusya ile Çin'in ortaklığı ve işbirliği üzerine yazılmış olan bir yazıda, herkesin Henry Kissinger'ın Amerika'nın efsanevi dışişleri bakanı olarak gördüğü "Henry kabusu" da bahsedilmektedir. Çin-Rusya yakınlaşması, Çin-Rusya ortaklığı ve işbirliği şeklindeki makaleler de mevcuttur. Tabii ki, bu işin sadece bugünü değil, geçmişe uzanan çok uzun çalışmalar da bulunmaktadır.
Örneğin, 1994 yılında bir dergide yapılan bir çalışmada, Çin'in çok yakından takip edilmesi gerektiği ve 10-15 yıl içerisinde dünyanın süper gücü olmaya aday bir ülke olduğuna dair bir bilimsel çalışma bulunmaktadır. Bu bilimsel çalışmaları incelediğinizde, Çin ve Amerika Birleşik Devletleri arasındaki ilişkiyi, Çin ile İngiltere arasındaki ilişkinin nasıl geliştiğini görmek gerekiyor.
Bugün Çin'de çok büyük, devasa Amerikan ve İngiliz bankaları bulunmaktadır, ayrıca Çin'in devasa şirketleri Amerika'da yatırımlara sahiptir. Bu durum, birbirlerinin yatırımlarını çekmeye başlamaları ve her bir hamleden sonra zarar verici adımlar atabilmeleri anlamına gelmektedir. Dolayısıyla, bu sürecin barışçıl bir şekilde çözüme ulaşması çok zor ve uzun vadede gözlemleyebileceğimiz bir şey değildir.
Ancak, Covid-19 pandemisi gibi bir durumun ortaya çıkması, bazı şeylerin yavaşlamasına ve bu durumu bir fırsat olarak görmemize yol açabilir. Ancak, bir sonraki aşamada küresel ticaret, diplomasi ve ekonomi açısından ciddi bir tehdit beklemektedir. Bu noktada Türkiye, yine anahtar ve önemli ülkelerden biridir. Sadece bekleyerek büyük savaşların sonuçlarını görmek yerine, bu konuda çalışmalar yapmanın büyük faydası bulunmaktadır.
Bu çalışmalardan birini sizinle paylaşmak istiyorum. İzmir'de faaliyet gösteren firmaların, Çin Halk Cumhuriyeti'nin gıda pazarına giriş stratejileri üzerine bir araştırma yapılmıştır. Bu çalışma, İzmir Ticaret Odası'ndan Ahmet Toprak tarafından hazırlanmış ve kendisi aynı zamanda Avrupa Birliği proje uzmanı olarak çalışmaktadır. Ben de bu çalışmanın danışmanlığını yapmış bulunmaktayım.
Bu çalışmada, zeytinyağı üretimine ilişkin Türkiye ve Ege Bölgesi istatistikleri bulunmaktadır. Ayrıca, Çin'in zeytinyağı tüketimine ilişkin istatistikler de yer almaktadır. Ancak Türkiye'nin henüz Çin pazarına girebilip giremediği belirsizdir. İspanya ve İtalya'nın girebildiği belirtilmektedir. Türkiye'nin Çin pazarına nasıl girebileceği konusu ise daha büyük ölçekli çalışmalara kaynak olabilecek potansiyele sahiptir.
Bu noktada, İzmir'de ulaşılabilir Çinli işletmelerin ve onları İzmir Ticaret Odası'na davet etmek amacıyla yapılan çalışmalara değinilmektedir. Bu çalışmalarda, Çinli işletmelere hem zeytin hem de zeytinyağı tattırılmış ve bir anket aracılığıyla bu ürünlerin tatları ve tercih edilip edilmeyeceği konusunda sorular sorulmuştur. Elde edilen sonuçlar oldukça ilginçtir, zira Çinliler zeytinyağına yabancı değillerdir, ancak bu durum tüm Çinliler için geçerli değildir. Özellikle Çin'in zengin bölgelerinde insanlar zeytinyağı kullanmaktadır.
İspanyol, İtalyan hatta Yunan zeytinyağlarını kullanıyorlar. Bu pazar ciddi anlamda bir potansiyele sahip olabilir, ancak konu sadece zeytinyağıyla sınırlı değil. Birçok ürün için böyle bir pazar söz konusu. Ancak Çin, organik olmasına, sağlıklı olmasına ve yapılan testlerden tam not almasına çok dikkat ediyor. Çünkü Çin, kendi iç pazarını ciddi şekilde koruyan bir ülke aynı zamanda.
O zaman bu ticaret savaşını şu soruyla sonlandıralım: Amerika Birleşik Devletleri ve Çin arasındaki çatışma nereye varır? Bunu tahmin etmek oldukça zor. Konu net bir şekilde teknolojik üstünlüğe, yapay zekaya ve tamamen internete bağlı nesnelere, finansal teknolojileri kullanan fintech şirketlerine, kripto paralara ve dijital paralara kadar her alanda bir savaşa dönüşmüş durumda.
Bugün Çin, dijital paraya geçiyor ve çok yakın bir gelecekte dijital yuanla tanışacağız. Dijital dolar çalışması olarak adlandırılan DCIP adında bir proje var, belki de son aşamaya gelmiş durumda. Benzer şekilde dijital euro çalışması da mevcut. IMF, Special Drawing Right adı verilen ve IMF'nin kendi hesap birimi olan parayı dijital hale getirecek bir çalışma yürütüyor. Dünya Bankası ise ciddi bir şekilde kripto para ve dijital para üzerinde çalışmalar yapıyor. Bu iki kavram arasındaki farklılığa da değinelim. İnsanlar, bu paraların nasıl davranışlar sergilediğini belirlemek için kullanılan bir testle başlayarak her ikisinin de farkını anlıyorlar.
Nakitsiz bir toplumda, artık her şey elektronik ödemeyle gerçekleştirilecek. Bu da oldukça önemli bir başka konu. Tüm bunların ticaretle ilgisi var mı? Evet, var. Bugün ülkeler, birbirlerine ciddi tarifeler ve kotalar uyguluyorlar. Birçok ülke, Amerika Birleşik Devletleri'ne yaptırımlar uyguluyor. Dolar transferi yerine para transferleri takip ediliyor ve bu ülkeler, bunları kripto paralarla Bitcoin veya Ethereum gibi diğer kripto para birimleriyle yapabiliyorlar. Dolayısıyla, kripto paraların dünya ticaretinde kullanımı da oldukça önemli bir konu.
Tüm bunlar yavaş yavaş büyüyen ve geçmişte yaşanan anlaşmazlıkların bugün dijital platformlara taşındığı ve ülkeler arasında güç gösterilerinin yaşandığı bir alan. Bu noktada, Dünya Ticaret Örgütü'nün hazırladığı raporlara baktığınızda, göze çarpan bir şey var: Dünya ticaretinden pay almak istiyorsanız, öncelikle çok iyi veri analizi yapmalı, verileri doğru bir şekilde okumalı, insanların ne aldıklarını, neye para harcadıklarını ve en önemlisi elektronik ticaretin ne olduğunu ve nereye gittiğini anlamalısınız.
Akıllı Fabrikalar, işletmelerin dijitalleşme yolculuğunda ihtiyaç duydukları veri toplama, entegrasyon ve otomasyon altyapısını sunar, üretim süreçlerini optimize eder.
7/24 ulaşabileceğiniz size özel müşteri danışmanı ve özel DDOS koruması içeren metro internet ile şirketinizin en yoğun olduğu saatlerde bile eşit indirme yükleme hızı ile çalışma motivasyonunu koruyun!
E-ticaret ve başlangıç süreci... E-ticaret yükseldi. Uçakların havalanması gibi bir kalkış yaptı ve bir soru sormak istiyorum. Bu dergi hangi yıla ait olabilir acaba? Cevabı vereyim. 15-21 Mayıs 2004. Bundan 16 sene önce, e-ticaretin bu noktaya ulaştığı şekilde gösteriliyor ve sanki her şey yeni başlıyormuş gibi. Bu da 2017 yılında The Economist tarafından yayınlanan başka bir ek. Başlığı şu şekilde: "Yeni Pazar, Yeni Piyasa ve E-ticaret" üzerine özel bir rapor. Şimdi e-ticaret nedir? Neden önemlidir?
Bunları size anlatacağım ve sizinle paylaştığım kaynağı tekrar baştan paylaşmak istiyorum. Pearson tarafından basılmış olan muhteşem bir kitap. Çok sayfalı, yaklaşık 900 sayfa. Son baskısı yapılan bir kitap. Büyük ölçüde buradan yararlandım. Bununla ilgili özellikle sizinle paylaşmak istiyorum. Gerçekten e-ticaretin hem hukuki boyutunu, hem finansal boyutunu, hem de ticaret boyutunu kapsamlı bir şekilde ele alan bir kitap. Ve e-ticaret konumuza sorularla başlayalım. Şimdi e-ticaret için teknolojik bir altyapı gerekiyor. Bunları anlayabiliyor muyuz? Buna sahip miyiz? E-ticaret teknolojisinin bazı özellikleri var. Bunlar hiçbir şeye benzemiyor.
Bunları tamamlayabiliyor muyuz? İş sürecindeki önemini vurgulayanı biliyor muyuz? Başlıca e-ticaret türleri nelerdir? E-ticaret zaman içinde nasıl evrimleşti? E-ticaret öğrenmek zorunda mıyız? E-ticarette katkıda bulunan bazı akademik disiplinler var. Onlara da değinerek e-ticaret konusunu ele alacağız. İlk olarak bir tartışma ile başlayalım. Wherys gibi bir hizmetten faydalandınız mı? Örneğin, Getir ya da Yemeksepeti gibi? Örneğin, koronavirüs öncesi veya sonrası, niçin önemlidir? E-ticaret nasıl tanımlanır? E-iş (electronic trade), ace-trade ya da e-covese, bir de e-business var. Bunlar arasındaki fark nedir? Temel olarak bu hizmetlerin kullanımı ne kadar arttı? Örneğin, Uber gibi bir şirket büyük ölçüde müşteri kaybetti. İnsanlar dışarıya çıkmadı, ancak Getir veya Yemeksepeti gibi benzer türde hizmet veren şirketler var. Yemek yapma veya sağlık gibi ihtiyaçlarınız var, dışarı çıkamıyorsunuz. Belirli bir yaş grubunun sokağa çıkma yasağı olduğu veya kısıtlamaların olduğu günlerde, bu tür hizmetler büyük ölçüde popüler hale geldi.
O zaman bu şirketlerin, kullanıcıların ve sağlayıcıların çekiciliği, yani talebe yönelik çekicilik artıyor. Peki, bu hizmetlerin artmasının olumsuz sonuçları var mı? Kim üzerinde? Birtakım işler üzerinde veya sizin üzerinizde. Şimdi e-ticaretin ilk 20 yılına baktığımız zaman, yani 1990'ların ortalarına doğru yaşadıklarımızı sadece bir başlangıç olarak söyleyebiliriz. Çünkü yaygın etkilerini henüz hissedemedik, ancak e-ticaret çok hızlı bir gelişim ve değişim içerisinde. Posta hizmetleriyle herkes mektup yazarak bayramlarda birbirlerine kart gönderiyordu. Birdenbire e-mail kullanarak kutlamalarını yapmaya başladılar. Bir süre sonra mektuplaşmalarını e-mail'e aktardılar. Hazır kartlar kullanılıyor, sadece isim yazılıyor. Hatta menüden seçerek nasıl bir mesaj gönderileceğini belirliyorlar ve beş dakika içinde karşı tarafa ulaşıyor. Bu durum, posta hizmetlerinin neredeyse sonunu getirdi. Ardından, SMS ile mobil teknolojiler birazcık azalttı ve ardından gelen WhatsApp, bugün e-mailin ikincil bir konuma düşmesine neden oldu.
Bugün bir e-mail ile en fazla 10-15-20 megabayt boyutunda belgeleri birçok kişiyle aynı anda paylaşabilme imkanına sahipsiniz ve WhatsApp, bugün birçok noktada e-maili tamamen geride bıraktı. Gruplar oluşturabilirsiniz, iş grubu oluşturabilirsiniz, görüntülü iletişim kurabilirsiniz. İşlerinizi görüntülü olarak takip edebilir veya bir mağazadan bir şey alırken eve bile sorabilirsiniz. Hemen görüntülü arayarak isteklerinizi iletebilirsiniz, "bunu istiyorum, şunu istiyorum" diye sorabilirsiniz, örneğin konserve mi yoksa makarna mı, şeker mi değil mi, sadece onu değil bunu isteyebilirsiniz.
Peki, bunun beraberinde ne getiriyor? Çok yeni fırsatlar ve aynı zamanda riskler de getiriyor. Ben risklere, fırsatlar çerçevesinde risklere şu açıdan bakmak istiyorum. Bugün bizi rahatlatan bu tür şeylere bir an için erişemediğimizi varsayalım. Yani WhatsApp görüntülü araması çalışmıyor, Twitter'da bazı olaylar oldu, kullanımınız kısıtlandı veya navigasyonu kullanamıyoruz, sadece ona güvenerek yola çıkmıştık. Bu tür şeylerin elimizde olması ve ardından elimizden gitmesi durumunda maruz kalacağımız risklerin ve zararın farkında olmamız gerekiyor.
Peki, niçin e-ticarete ilişkin bir eğitim almak durumundayız? Bunun cevabı çok basit, fırsatları ve riskleri görebilmek için. Aynı zamanda e-ticarete ilişkin fikirleri, modelleri, fırsatları, sorunları ve riskleri analiz edebilmek için. Şimdi, internetin ticari veya iş amaçlı kullanımı var. Neler var? Web üzerinden "www" ile gösterilen şeyler var, başka ne var? Mobil tarayıcılar ve uygulamalar var. Daha anlaşılır bir tanım yapacak olursak, kurumlar ve bireyler arasında dijital olarak gerçekleştirilen işlemler var ve bunları bir şekilde e-ticaret kapsamında değerlendirebiliyoruz, ancak mobil uygulamalar konusu biraz daha farklı bir yapıya sahiptir. Ona da birazdan değineceğim.
E-business, işinizi elektronik veya dijital hale getirerek, şirket içindeki işlemleri ve süreçleri dijital olarak etkinleştirmeyi ifade eder. Örneğin, bir şirketin stok kontrolünü online olarak yapması bir e-business faaliyetidir. Bu eylem herhangi bir kazanç sağlamasa da işin dijitale geçirilmiş olmasını sağlar. Ancak bu durum, kurumsal sınırlar içinde ticari bir işlem olarak değerlendirilemez. Yani bir alışverişi içermez. Ancak iş alışveriş içeriyorsa, bu e-ticaret kategorisine girer. Dolayısıyla e-ticaretin temelinde internet, www ile gösterilen bilgi sistemleri ve mobil platformlar yer alır.
Mobil kullanıcılar için web siteleri ve uygulamalar arasındaki avantaj ve dezavantajlara gelince, tartışabiliriz. Örneğin, web sitesine girdiğinizde bir şeye bakabilirsiniz, ancak bir uygulama kullanarak cep telefonunuzdan çok daha hızlı bir şekilde erişebilirsiniz. Örneğin, uçak bileti alırken web sitesinden mi yoksa uygulamadan mı almanın farkı nedir? Kullananlar bunun farkını iyi bilir. Uygulamalar, en az zaman ve en fazla tasarrufla sizi bir noktadan başka bir noktaya götürebilen araçlardır. Web sitesinde gezinmek zorunda kalırsınız, zaman kaybedersiniz.
Uygulamaların içerik sahipleri ve oluşturucuları açısından da önemli avantajları vardır. Şimdi size şu soruyu sorayım: Uygulamalar sonunda web’in saltanatına son verebilir mi? Sizce verebilirler mi, veremezler mi? Eğer verebilirlerse, neden verebilirler, veremezlerse neden veremezler? Bu sorunun cevabını siz verebilirsiniz.
E-ticaretin eğilimleri ve trendleri mevcuttur. E-ticaretin tüm türleri ve alt dalları güçlü bir büyüme göstermektedir. Bugün e-ticaretin gelişimi, özellikle COVID-19 salgınının 3. ve 4. aylarından sonra dijital mağazaların açılmasıyla hız kazandı. Fiziksel olarak hiçbir ürün olmayan bir mağazaya girdiğinizde, dijital olarak tüm ürünleri 3 boyutlu olarak görebilir ve inceleyebilirsiniz. Hatta orada tasarım yaptırabilir ve sipariş verebilirsiniz, ürünler kapınıza gelir. Bu hizmet büyük bir yer kaplamasa da tek bir uygulama ile farklı sonuçlar elde etmenizi sağlar. Mobil platform aynı zamanda mobil e-ticaret gerçekliğini hayata geçirdi. Bugün bir mobil uygulamanız varsa, bu uygulama aracılığıyla anında çeşitli hizmetlere erişebilirsiniz. Taksiye ihtiyacınız varsa kapınıza çağırabilirsiniz. Hatta bulunduğunuz konuma pizza siparişi verebilirsiniz, ev adresi şart değildir. Kredi kartıyla ödemenizi yaptıktan sonra şu anda hangi durakta olduğunuzu belirttiğinizde siparişiniz gelir. Sonuç olarak, çevrimiçi sosyal etkileşim ve paylaşım artan bir şekilde mevcuttur. Instagram üzerinden yapılan bir paylaşım anında çok sayıda insana ulaşabiliyor. Gençler tarafından en çok tercih edilen sosyal medya araçlarından biri olan Instagram, Twitter ve Facebook gibi platformlar da benzer şekilde belirli bir yaş grubuna yönelik hale gelmiştir.
Peki, e-ticaretin benzersiz kılan özelliği nedir? İngilizcede "Ubiquiti" adı verilen bir kelime var. Bu kelime aynı anda her yerden erişimi ifade eder. Bu ne anlama geliyor? Diyelim ki bir şey satın almak için bir siteye gireceksiniz. Bu siteye dünyanın farklı coğrafyalarından 1000 farklı kişi aynı anda girebilir ve hepsi aynı şeyi aynı anda görebilir. Bu çok güzel bir özellik, değil mi? Bugünün meselesi sosyal medyada bir tweet atıyorsunuz ve bu tweet Avustralya'daki bir kişi tarafından hemen görülebiliyor. Bu tweet ile savaş ilan edebiliyor, diplomasi yapabiliyor, her şeyi yapabiliyor. Bugün Twitter'dan yapılan açıklamaya göre eskiden "Dışişleri Bakanlığı'ndan yapılan açıklama" denilirdi, şimdi ise "Başkanlık tarafından yapılan açıklama" deniliyor. Ayrıca etiketler bir diplomasi ve ticaret aracı haline geldi. Ticaret savaşları bile Twitter üzerinden yapılıyor.
Başka neler var? Küresel erişim var, evrensel kabul görmüş standartlar var. Ayrıca ciddi bir bilgi zenginliği, karşılıklı etkileşim, bilgi yoğunluğu, kişiselleştirme, özelleştirme ve tabii ki sosyal teknolojiler var. Peki, elektronik ticaretin veya e-ticaretin farklı türleri nelerdir? Birkaç tanesini burada paylaşmak istiyorum. İlk olarak B2C, yani "İşletmeden Tüketiciye" ticaret. Bu Türkiye'de önemli fırsatlar sunan bir alandır. Diğer bir tür ise B2B, yani "İşletmeler Arası" ticaret. Örneğin, Türkiye'deki bir büyük firma ürünlerini İngiltere, Amerika veya Almanya gibi ülkelerdeki büyük bir firmaya ihraç edebilir. Ayrıca tüketiciden tüketiciye ticaret de mevcuttur. Örneğin, bazı sitelerde elinizdeki bir kalem veya bir masa-sandalye gibi ürünleri satmak istediğinizde, siz de bir tüketici olabilirsiniz. Mobil ticaret olarak adlandırılan M-trade, sosyal medya üzerinde yapılan s-ticaret ve yerel e-ticaret de mevcuttur.
7/24 ulaşabileceğiniz size özel müşteri danışmanı ve özel DDOS koruması içeren metro ethernet ile şirketinizin en yoğun olduğu saatlerde bile eşit indirme yükleme hızı ile çalışma motivasyonunu koruyun!
Karasal bağlantıya alternatif 5 kolay adımla tüm Türkiye'yi kapsayan uydu interneti hizmetinden faydalanarak kesintisiz internetin keyfini sürün!
Dünyada e-ticaretin büyüklüğü hakkında net ve güvenilir rakamlara ulaşmak mümkün olmasa da, hızla gelişen bir sektör olduğunu söyleyebiliriz. Ancak söylediklerim 2019 verilerine dayanmaktadır ve COVID-19 salgını sonrası e-ticaretin ne kadar büyüdüğü ve hangi yönde hangi hızda ilerlediği kesin olarak belirlenememektedir. Çin, e-ticaret konusunda dünyanın bir numaralı ülkesidir. Amerika Birleşik Devletleri ise henüz Çin'in gerisindedir. Çin'de e-ticaret hacmi yaklaşık 700 milyar dolar civarındayken, Amerika Birleşik Devletleri'nde bu rakam 350 milyar dolar civarındadır. Türkiye'nin e-ticaret hacmi ise 9-10 milyar dolar civarında olup potansiyeli büyüktür. Ancak COVID-19 salgınıyla birlikte e-ticaretin ne kadar büyüdüğü ve hangi yönde hızlandığı hakkında şu an net bir bilgi vermek mümkün değildir. Ancak yakın bir gelecekte bu konuda daha net veriler sunabileceğiz.
E-ticaretin ilk yıllarında çeşitli karmaşık durumlar yaşanmıştır. Örneğin, dot-com çılgınlığı 2000'li yıllarda başlamış ve 1990'ların sonuna kadar sürmüştür. Bu çılgınlıktan bugüne sadece birkaç firma sağ çıkabilmiştir, ancak bugün dünyanın en büyük online satış platformlarından biri olan Amazon büyük bir başarı göstermiştir. Ayrıca, bu süreçte öngörülen vizyon ve misyon hedeflerinin birçoğu gerçekleşmemiştir. Örneğin, beş yıl önce bir şey satın almak istediğinizde, hemen internet üzerindeki fiyatları kontrol ederdiniz. Eğer internet fiyatı daha uygunsa mağazadan almazdınız. Perakende fiyatları, toptan fiyatlar, internet fiyatları farklı olurdu, ancak bir süre sonra bu fiyatlar birbirine yaklaştı. Hatta birçok firma, müşterilerini mağazalarının dışındaki online hizmetlere yönlendirmekte ve oranın daha uygun olduğunu maliyet hesapları açısından belirtmektedir. Ve sanal mağazalara geçildiğinde, bu ürünlerin tamamı mobil platformlar üzerinden alınıp satılacaktır.
Bunun yanı sıra, bilgi asimetrisi olarak adlandırılan bir durum söz konusudur. Bilgi asimetrisi, bir müşteri olarak hangi ürünün, nereden ve nasıl en uygun fiyatla bulunabileceğini bilememe durumudur. Bu durumu bilgi sahibi olmayan müşteriler yaşarlar. Eğer bir araştırma yapabilen, karşılaştırma yapabilen ve interneti iyi kullanan birisiyseniz, bir cep telefonu satın almak istediğinizde beş farklı markayı yan yana koyup karşılaştırabilirsiniz. Ayrıca, birçok ürünü karşılaştırma imkanına sahip olabilirsiniz. Tartışma ve yorum sitelerinde ürünlerin iyi veya kötü olduğuna dair çeşitli sonuçlar bulunmaktadır. Dolayısıyla, e-ticarette farklı imkanları farklı şekillerde kullanabilirsiniz. Örneğin, ürününüzü kullananlarla oluşturduğunuz bir hayran grubu oluşturabilir ve bu grup aracılığıyla ürettiğiniz her ürünü görsel olarak tanıtabilirsiniz.
E-ticarete yeni başlayanlar için ise ciddi bir maddi destek gerekmektedir. Aksi takdirde, başarı garantisi olmayan bir start-up işletmesi zorluklarla karşılaşabilir. Mobil platformlar, sosyal ağlar, tüketici davranışları ve reklamların etkisi gibi faktörler e-ticareti etkilemektedir. Bugün birçok kurum ve ürün sosyal medya üzerinde linç edilebilmektedir.
Özetlemek gerekirse, e-ticaret hızla büyüyen bir sektördür ve dünyanın farklı ülkelerinde farklı büyüklüklere ulaşmaktadır. Ancak COVID-19 salgını sonrasında e-ticaretin büyüklüğü ve yönü hakkında kesin veriler bulunmamaktadır. E-ticaretin geçmişinde başarılar ve başarısızlıklar yaşanmıştır, ancak Amazon gibi büyük platformlar ön plana çıkmıştır.
Bilgi asimetrisi müşterilerin karar verme sürecinde etkili olabilmektedir. Maddi destek, mobil platformlar ve sosyal medyanın rolü gibi faktörler de e-ticaretin gelişimini etkilemektedir. Özetlemek gerekirse, e-ticaret hızla büyüyen bir sektördür ve dünyanın farklı ülkelerinde farklı büyüklüklere ulaşmaktadır. Ancak COVID-19 salgını sonrasında e-ticaretin büyüklüğü ve yönü hakkında kesin veriler bulunmamaktadır. E-ticaretin geçmişinde başarılar ve başarısızlıklar yaşanmıştır, ancak Amazon gibi büyük platformlar ön plana çıkmıştır.
Bilgi asimetrisi müşterilerin karar verme sürecinde etkili olabilmektedir. Maddi destek, mobil platformlar ve sosyal medyanın rolü gibi faktörler de e-ticaretin gelişimini etkilemektedir. Bunların dışında aklınıza gelebilecek birçok noktada size yardımcı olabilecek sistemler bulunmaktadır. Örneğin, ev almak istiyorsanız kriterlerinizi belirttiğinizde site size seçenekleri getirir. Ancak, bu konuda bir uygulama mevcuttur ki bu uygulama param, bu kadar faizle alacağım, böyle bir şeyi istiyorum, en iyi bilmem neyi istiyorum dediğiniz an size doğrudan istediğiniz tarzı getirebilmektedir.
Peki, bunu nasıl yapabilmektedir? Sizin davranışlarınızı takip etmekte, kaydetmekte, gezdiğiniz siteleri, sosyal medyadaki etkileşimlerinizi incelemektedir. Bu durumda, yapay zeka e-ticaret sitelerine girmiş olmaktadır. İnsanlar bugünlerde şöyle demektedir: "Ben şu siteye girdim, şuradan iki tane sandalye, bir masa veya bir tencere-tava baktım, o günden beri onun reklamları geliyor." Elbette gelecekteki tercihiniz oradadır, ancak yapay zeka bu kadar basit bir işleyişe sahip değildir. Siz herhangi bir ürünü seçerken telefonunuzun ekranında elinizi gezdirmeniz, elinizin hareketleri, elinizin titremesi, hatta nabzınızın ritmi, göz hareketleriniz ve daha pek çok detay not edilmektedir. Bu bilgiler, hangi ürüne karşı ne kadar bir talebiniz olduğunuza dair zafiyetinizi değerlendirmek için saklanmaktadır. Peki, burada şunu da düşünebilir miyiz? E-ticaret dışında gibi görünebiliriz, ancak aslında tam da içinde olabiliriz. Örneğin, Facebook'un Cambridge Analitik ile birlikte çalışarak insanların oylarını yönlendirmesi durumu. Eğer bir oy için böyle bir durum gerçekleşebiliyorsa, bir ürünün pazarlanması ve satışı için neden olmasın? Bunun üzerinde biraz düşünmenizi istiyorum.
Bugün dünyada 3,6 milyar internet kullanıcısı bulunmaktadır. Bu durumda fikri mülkiyet, yani ‘'entelektüel yön'’ dediğimiz şey, bireysel gizlilik ve mahremiyet ile kamu refah politikası da tehdit altındadır ve bunların korunması için hukuki önlemler gerekmektedir. Şimdiye kadar üç kavramdan bahsettik: Ticaret, teknoloji ve hukuk. Dolayısıyla bir e-ticaret sistemi içerisinde bu üç unsur olmadan başarıya ulaşmak mümkün değildir. Biraz daha açayım, teknolojiyi açayım. Teknolojiden kastım, web sitesi tasarımı, web sitesinin güvenliği, güvenli ödemelerin yapılıp yapılmayacağı, size ulaşılabilirlik, yetkisiz erişimlerin veya siber saldırıların neden olabileceği tüm sitenizin ve varlıklarınızın risk altında olma durumu, müşterilere ait bilgilerin başkalarının eline geçebilme riski gibi faktörlerdir. Tüm bunları önlemek için belirli önlemler almanız gerekmektedir.
Mahremiyet konusundan bahsettik, sosyal ağlar ciddi miktarda kullanıcı bilgisi topluyor. "Bir şey bedava ise aslında en yüksek bedeli ödüyorsunuzdur" diye bir deyiş var. Bugün herkes Whatsapp için aynı şeyi söylüyor. Whatsapp bilgi topluyor, ama hiçbirimiz Whatsapp kullanmaktan vazgeçmediğimiz gibi neredeyse tüm iletişimimizi Whatsapp üzerinden yapıyoruz. Toplum anlayışı çerçevesinde mahremiyetten bahsettik, Facebook'tan ve Cambridge Analytica'dan bahsettik. O zaman şöyle bir soru soralım mı? Sosyal ağlar neden kullanıcı bilgilerini toplamakla ilgileniyorlar? Ne tür bir istila ile karşı karşıyayız? En çok gizlilik ihlaline neden olan eylemler ve yazılımlar nelerin üzerine odaklanıyor? Peki bu çerçevede e-ticaretin gizlilik açısından geleneksel pazarlardan farkı var mıdır? Satıcılar her zaman müşterileri tanımak istemez mi? Tabii ki isterler, hatta elektronik ticarette de öyle bir pazar yeri olsun isterler ki müşteri buraya girdiği anda aklına gelecek her türlü ihtiyacını buradan karşılasın, yani tek duraklı alışveriş merkezi gibi olsun. Bugün öyle bir markete gidiyorsunuz ki her şey var, hatta arabada var, kamyonda var, traktör bile var, işte bunların hepsinin olduğu bir sanal süpermarketten her şeyi alabiliyorsunuz. Bunu alırsanız bu fiyat, şunu alırsanız bu fiyat ve neticede biraz önce söylediğimiz gibi teknoloji var, hukuk var ve finans var. Finans'ın ticaretle birleşmesi müthiş bir olay, size finansman imkanı da sağlıyor. Neticede çok ciddi dikkat çeken ve ciddi bir şekilde araştırılması gereken noktalar var. Örneğin, Çin'in e-ticaretteki kralı kimdir? Tabii ki Alibaba, Alibaba'nın başında da kim vardır? Jack Ma. Peki, Alibaba'nın iş modeli nedir? Nasıl bir iş modeli vardır? Alibaba'yı diğer Business to Business, yani şirketten şirkete olan piyasalarla nasıl karşılaştırabiliriz? Peki, tedarikçiler Alibaba'yı kullanmaktan nasıl bir fayda elde ediyorlar? Ve hangi tür konular Alibaba için potansiyel bir tehlike olabilir? Biz bu noktada birazcık B2B, yani Business to Business, yani şirketten şirkete olan e-ticaretin eğilimlerine değinerek konuyu sonlandıracağız.
Şimdi burada esneklik var, yani taleplere hızlı yanıt verebilme ve optimum tedarik zincirlerinin artan önemi. Pazarlarda bir canlanma var, yüzlerce tedarikçi ve binlerce satın alma firması karşı karşıya geliyor. Tedarik zinciri gönüllülüğü gerçek zamanlı, yani anında takip edebiliyorsunuz. Sosyal ve mobil imkanlar yoluyla yapılan ticaret müşterileri birbirine yakınlaştırıyor, çok büyük miktardaki veriler bulut teknolojisiyle depolanabiliyor. Ne demiştik? Büyük veri, ama aynı zamanda büyük veri nesnelerin internetinde de kullanılabiliyor. Yapay zeka ile de kullanılabiliyor. O zaman yapay zeka neleri yapabiliyor? Ve biz hangi şeyleri yapay zekaya yaptırıyoruz? Rutin olarak yapılabilecek her şeyi yapay zeka destekli birçok şey yapabiliyoruz.
Nesnelerin interneti oldukça fantastik bir hayat sunuyor riskleri ile birlikte. Bunu birazcık açalım. Evinizin ışıklandırılmasından tutun buzdolabınızın içinde son kullanma tarihi geçmiş olan şeylerden tutun belli komutlar verdiğiniz takdirde otomatik olarak buzdolabınız marketle iletişime geçip size bilgi verebiliyor. Kapınıza istediğiniz ürünü, istediğiniz saatte getirebiliyor. Size de gelmeden 15 dakika önce evin ısınma sistemi devreye girebiliyor, lambalar yanabiliyor, müzik sistemi açılabiliyor, telefona ilişkin her türlü bilgiler dilerseniz bir ekrana yansıtabilir, siz evde yokken ev telefonunuz şayet hala kullanıyorsanız ev telefonu yapılmış aramalar olabiliyor, aklınıza gelebilecek her türlü alanı kontrol altına alan kamera görüntülerini siz baştan sona değil de, kameranın tespit ettiği bir anomali varsa bu anomalileri izleyebiliyorsunuz. Gerekirse bu kamera ciddi bir güvenlik riski gördüğünde hemen ilgili güvenlik birimlerini arayabiliyor. Nesnelerin internetinin ne şekilde ve nasıl şekilleneceğine dair istediğiniz hayali kurabilirsiniz çünkü kuracağınız her hayal çok kısa bir süre içerisinde gerçekleşebiliyor.
O zaman neler var? otomatik sipariş sistemleri var, satıcı ve alıcı taraflı çözümü olanlar var, elektronik veri değişimi var ve neticede siz ticareti tamamen otomatiğe bağlayabilir ve arz ve talebe ilişkin birtakım parametreleri girerek makinelerin birbirlerine konuşturabilerek üretim bantlarını harekete geçirebilir ve endüstri 4.0’ı B2B ve e- ticaret ile birleştirerek çok farklı açılar çok farklı çıkışlar sağlayabilirsiniz. Bu noktada e- ticaretin ciddi anlamda geliştiği ve belki önümüzdeki yıldan itibaren çok ciddi miktarda atağa geçtiği bir dönemde göreceğiz ve bu elektronik veri değişimi, elektronik ticaretin B2B yani şirketler arasında olması ve endüstri 4.0'la bütünleşmesi neticesinde, üretim kararlarının, üretim miktarlarının çok daha optimal şekilde verilmesi daha düşük üretim ve yönetim maliyetlerine giden yollar, azalan stok maliyetleri, düşük işlem maliyetleri ve neredeyse tam zamanında istediğiniz parça teslimi sağlayarak artan üretim esnekliği gibi unsurlar net olarak görebileceğiz. O zaman neler olacak? Daha fazla fiyat şeffaflığı sağlanacak, iş birliği fırsatları artacak ve sonuç olarak ticaret, özellikle e-ticaretin hızlanmasıyla insanlar hem zaman kazanacak hem de gereksiz yüklerden kurtulacaklar.
Konuşmamızı şu noktalarla tamamlamak istiyorum: Eski sistemler size bir yük olacak. Eski sistemlerden hızla kurtulup yeni sistemlere geçmek gerekiyor. Bunun getireceği ciddi bir maliyet var ve bu kararı verirken dikkatli olmanız gerekiyor. Maliyetin yanı sıra teknik yeterlilik ve gelecekte hangi sistemlere ihtiyacınız olduğuna dikkat etmeniz gereken en önemli nokta budur. Uyum kelimesi burada önemli bir rol oynar. Yani, yeni bir telefon alıyorsunuz ve adaptör uymuyor, yeni bir adaptör almanız gerekiyor. Bu nedenle, sistemlerinizin birbirine uyum sağlayabilecek teknik ve maliyet altyapısına sahip olmanız gerekiyor. Yenileme maliyeti yüksek olabilir, bir anda büyük bir teknoloji yatırımı yapmış olabilirsiniz, ancak yarın daha düşük maliyetli bir şekilde aynı işi yapan bir teknolojinin piyasada çıkması sizi zaman, para ve yer kaybına uğratabilir. Sonuç olarak, teknolojiyi takip etmek zorundasınız, finans dünyasını ve piyasaları takip etmek zorundasınız, hukuk ve uluslararası ticaret kurallarını takip etmek zorundasınız, ayrıca siyaseti takip etmek zorundasınız ve bu kadar çok gözünüz olmadığı düşünüldüğünde, teknolojik bir altyapıya ve bu altyapıyı destekleyebilecek nitelikli insan kaynağına sahip olmanız başarınız için en önemli unsurdur. Teşekkür ederim