Küresel Rekabet

7/24 ulaşabileceğiniz size özel müşteri danışmanı ve özel DDOS koruması içeren metro ethernet ile şirketinizin en yoğun olduğu saatlerde bile eşit indirme yükleme hızı ile çalışma motivasyonunu koruyun!

Nesnelerin interneti ile aksiyon alınabilir veriler ile operasyonel verimliliğinizi artırın!

 

Evet, şimdi küresel rekabet konusuna geçelim. Bu konuda biraz geçmişe bakalım. Yakın geçmişte neler oldu? Küresel ekonomi, pandemi öncesinde büyük zorluklarla karşı karşıya kaldı. Bu durumu ifade etmeye çalışıyorum. Krizden çıkış işaretleri küresel düzeyde düzensiz bir şekilde devam etti, 2007-2008 finansal krizini hatırlayalım. O dönemde kolayca toparlanamadık, gerçekten dünya ekonomisi büyük bir resesyona girdi ve finansal piyasalara, kurumlara ve finansal araçlara olan güven neredeyse sıfırlandı.

 

Merkez bankaları faiz oranlarını sıfıra indirdi, varlık alım programlarına başladılar, trilyonlarca dolarlık varlık alımı gerçekleştirildi. Peki, sonuçta bir şeyler düzeldi mi? Nispeten düzeldi ama maalesef birçok emeklilik fonu buharlaşıp kayboldu, ticaret durma noktasına geldi ve istatistiksel verilere bakıldığında dünya ekonomisinin dengelemesi ekonomik ve finansal anlamda bozuldu. Ancak, gelişmekte olan ülkeler, aşırı ısınma riskine rağmen nispeten daha sağlıklı ve güçlü bir büyüme gösterdiler. Bunlardan bildiğiniz gibi BRIKS olarak kısaltılan Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika bulunuyordu. Bu ülkeler ciddi büyüme oranları sergilediler, ancak hala yarışa devam eden ve dünya ekonomisini gerçek anlamda lokomotif olarak çeken bir Çin var. Çin konusuna tekrar değineceğiz.

 

Ayrıca, gelişmiş ülkeler krizden çıkış sürecinde maalesef biraz geride kaldılar, işsizlik oranları tahmin edilemeyecek seviyelere yükseldi ve ardından finansal belirsizlik sürdü. Gelişmiş ülkeler grubu şu an için net bir ilerleme görüntüsü vermiyor, dedikodular ortaya çıkmaya başladı. İngilizce olarak aynı şeyi ifade ediyorlar, yani gelişmekte olan ülkelerde neler olduğunu hala görmüyoruz, hala anlamıyoruz, burada neler olup bittiğini bilemiyoruz. O zaman, bu küresel rekabet içerisinde gelişmişliği ve başarıyı belirleyen hangi faktörlere bakmamız gerektiğini düşünelim. Bu faktörlerden birkaç tanesini söylemek istiyorum. Öncelikle, bazı ekonomiler faktör çekişli ekonomilerdir. Bu ekonomilerde kurumlar, altyapı, makroekonomik ortam, sağlık ve temel eğitim gibi unsurlar önemlidir. Diğer bir faktör ise etkinlik çekişli ekonomilerdir. Bu ekonomilerde yüksek öğrenim ve işbaşında eğitim, mal ve emtia piyasalarındaki etkinlik, iş piyasasının verimliliği, finansal piyasa gelişimi, teknolojik altyapı ve pazar büyüklüğü gibi faktörler öne çıkar. Üçüncü olarak ise yenilik çekişli ekonomiler bulunur. Bu ekonomilerde iş dünyasının gelişmişliği, yeni ve küçük firmalar, start-up'lar, embriyonik girişimler ve hayali unicorn olarak adlandırılan, 1 milyar doların üzerinde değere sahip olabilen şirketler önemlidir. Doğal olarak yenilik ve yenilikçilik bu ekonomileri destekler.

 

Türkiye, faktör çekişli veya etkinlik çekişli ülkeler arasında değil, yenilik çekişli grup ve geçiş aşamasında olan bir ülkedir. Ancak bu noktayı kolayca yakalamak zor değildir. Uluslararası bir marka yaratmanız gerekmektedir. Bu markalara baktığımızda, Uber'in hangi ülkeye ait olduğunu, Airbnb'nin hangi ülkeye ait olduğunu, Google'ın gerçek sahibini, Facebook'un vergi ödediği ülkeyi, WhatsApp'in sahiplerini vb. bilmek önemlidir. Bugün birçok firma küresel olarak doğmaktadır ve bu firmalar yenilikçi grubun öncülerinden olmaktadır. 10-15 sene önce Fortune 500'de yer alan şirketlere bakıldığında, hizmet sağlayıcı veya bilgi teknolojileri firmalarını bu listede görmek mümkün değildi. Genellikle otomobil üreticileri, petrol devleri, enerji üreticileri ve silah üreticileri gibi firmalar öne çıkıyordu. Bugün baktığımızda, FANNG olarak adlandırılan Facebook, Amazon, Apple, Netflix, Google gibi şirketlerin fiziksel bir üretimleri olmasa da hayatımızı kolaylaştırdığını görüyoruz.

 

Bunları neyle kolaylaştırıyor? Yazılımlarla. Neyle kolaylaştırıyor? Veriyle. Bize kazandırdığı zamanla, bize kazandırdığı fırsatlarla. Bu firmaların sunduğu hizmetleri kullanarak dünyanın her yerine, haberler ve bilgiler bazında, çok kısa bir sürede erişebiliyoruz. Peki, bunu paraya dönüştürmek mümkün mü? Her zaman mümkün. Genellikle öğrencilerime şu örneği veririm ve sizinle de paylaşmak istiyorum; İnternet ve fare (mouse) herkesin elinde mevcut. Ne kadar para kazandığımızı biliyorsunuz, ancak Mark Zuckerberg Facebook ile milyarlarca dolar kazandı. Bu örnekte, elimizde bulunan kaynakları ne kadar yetenekli ve etkin bir şekilde kullandığımıza bakmak gerekiyor.

 

Küresel rekabet söz konusu ve size biraz da bu küresel rekabet raporundan bahsetmek istiyorum. Küresel rekabet raporu, Dünya Ekonomik Forumu tarafından yayınlanan bir rapordur. 2018'de Türkiye, 137 ülke arasında 53. sıradaymış. Tabii ki bu sıralama, ülke basınına baktığınızda genellikle ilk 10'da yer alan ülkelerin benzer olduğunu görürsünüz: İsviçre, Amerika Birleşik Devletleri, Singapur, Hollanda, Almanya, Hong Kong, İsveç, İngiltere, Japonya, Finlandiya gibi. Ancak Türkiye, 2018'de 137 ülke arasında 53. sıradayken, 2019'da maalesef 141 ülke arasında 61. sıraya gerilemiş. Yani rekabet gücümüz biraz azalmış. Bunu nasıl artırabiliriz ve nasıl artırmalıyız, bu da başka bir konu.

 

Şimdi, başlangıçta bahsettiğimiz McKinsey raporuna geri dönelim. 2012 yılındaki rapordan bahsediyorum. Bu rapora göre, 30 trilyon dolarlık bir pazar bulunuyor. Nasıl bu pazara girebiliriz? Rapor, altın ipuçları veriyor ve şehirlere odaklanmamız gerektiğini söylüyor. Çok ilginç değil mi? Bir ülkeyi hedeflemek yerine, o ülkedeki şehirleri hedeflemeliyiz. Hatta büyük şehirler varsa, belki de onları daha yakından inceleyerek belli semtleri bile hedefleyebilirsiniz. Çünkü çok uluslu şirketlerin çoğu kararlarını, ülkelerden ziyade şehirler bazında veriyor. Ancak gelişmekte olan ülkelerdeki tüketici tercihleri, satın alma gücü ve piyasa koşulları şehirden şehire ciddi farklılıklar gösteriyor ve bunu göz ardı edenler maalesef zarar görüyorlar. Dolayısıyla, gelişme potansiyeli olan orta büyüklükteki şehirleri hedeflemek, McKinsey raporunun önemli bir noktasıdır. Coğrafyanın yanı sıra zamanlama da önemlidir. Beklenmedik şekilde atağa geçecek ve büyüme potansiyeline sahip yerleri tahmin etmeye çalışmalıyız. Bu noktada istatistikler ve veriler her yerde mevcuttur, bu yüzden şirketinizin mutlaka istatistikleri toplayacak, değerlendirecek ve analiz edecek yetenekli insanlara sahip olması gerekmektedir.

 

Diğer bir konu ise çok uluslu şirketlerin şehirlere bakış açısıdır. Ülkeleri zengin ve gösteriş seven sınıf ile fakir sınıf olmak üzere iki sınıfa ayırırlar. Ancak fakir sınıf bir süre sonra orta sınıfa geçer. Bu durum Çin'de gerçekleşti ve Çin'de muazzam bir tüketici grubu bulunuyor. Fakirlikten orta sınıf tüketiciye geçiş sağlandı. Aynı durumun yakın gelecekte Hindistan için de geçerli olması bekleniyor. Hatta bazı tahminler ve raporlarda Hindistan'ın nüfusunun 2050 yılında Çin'i geçeceği öngörülmektedir. Bu durumda kaynaklarımızı nasıl planlamalıyız? Uzun vadeli düşünerek bir strateji uygulayabilirsiniz. Ancak bizim gibi gelişmekte olan ülkeler için uzun vadeli planlama, gelişmiş ülkelerle karşılaştırıldığında daha zorlayıcı ve dayanılması güç bir durumdur. Ancak gelişmekte olan ülkelerdeki şirketler, yatırımları daha hızlı bir şekilde kaydırma yeteneğine sahiptir. Bu nedenle çok uluslu şirketler, gelişmekte olan ülkelerde etkili bir şekilde rekabet etmek için büyük rol oynamakta ve bundan vazgeçmemektedir.

 

Şimdi bu noktada, güvenden ve fiyattan bahsettik, ayrıca fiyat yelpazesinden bahsettik. Bugün e-ticaret sitelerine girdiğinizde, hangi ürün olursa olsun, hepsinin farklı fiyat ve kalite özellikleri olduğunu görürsünüz. Hatta tüketici ihtiyaçlarına göre özelleştirilmiş ürünleri rahatlıkla temin edebilirsiniz ve birkaç gün içinde kapınızda bulabilirsiniz. Dolayısıyla, piyasaya giden yolları veya tüketici taleplerini nasıl ve ne şekilde karşılamamız gerektiği konusunda ciddi bir analiz yapmamız gerekmektedir. Özet olarak, gelecekteki pazarlar için bugünden organize olmanız gerekmektedir. Dünya Ekonomik Forumu ve diğer uluslararası kuruluşlar tarafından yayınlanan raporlara herkes bakmaktadır. Bunun nedeni, bir ülkede iş yapmadan önce veya bir ülkeye giriş yapmadan önce, o ülkenin iş yapma kolaylığına, sağladığı güvenceye ve karşılaşılacak zorluklara dair derecelendirme ve notlarını görmektir. Bu noktada Türkiye maalesef yapılan sıralamalarda genellikle en iyi 50 içinde yer alamıyor, ancak 60-70 sıralarında yer alıyor. Ancak 2020 yılında Türkiye, 192 ülke arasında 33. sıraya yükseldi. Bu çok önemli bir gelişme.

 

Bu önemli gelişmeyi lehimize kullanmak durumundayız. İş yapma kolaylığı nedir? Hemen ifade etmeye çalışalım. Varsayalım ki şirket kurmak istiyorum, yabancı bir firmayı kaç günde kurabilirim? Ne kadar sürede kurabilirim? Hemen vergi levhası alabilir miyim? Elektronik anlamda e-ticaret veya e-sirket gibi şeyleri internet üzerinden beş dakika içinde kurabilir miyim? Hemen elektrik, su gibi abonelikleri yapabilir miyim? Bir mülk satın almak istersem ne kadar sürede alabilirim? Kiralayabilir miyim? O bölgedeki hukuk sistemi birtakım şeylere ne kadar izin veriyor ve sistem ne kadar hızlı çalışıyor? Bu faktörlerin hepsini bir araya getirdiğimizde, o ülkede iş yapma kolaylığı denilen bir derece notu ya da bir puan ortaya çıkıyor ve ülkeler bunları inceliyor. Bazı ülkelerde bir gün içinde tüm işlemleri bitirebilmeniz mümkün, bazı ülkeler ise rahatlıkla ilk 20 içine girebilecek şekilde 80-90-100. sıralardalar. Bu raporların hepsi internet sitesi üzerinde mevcut ve "iş yapma raporu" veya "doing business" şeklinde bir arama yaptığınızda karşınıza çıkacak ve hedef ülkelerinizi bu açıdan net bir şekilde inceleme imkanınız olacak. Bu noktada hedef ülke derken, sizin yatırım yapacağınız ülkelerin size nasıl baktığı gibi, sizin yatırım, ihracat-ithalat ve işbirliği içinde bulunacağınız ülkelerin de bir nevi iş geçmişi olarak bu puanlara, bu derece notlarına bakmanız çok önemli.

 

Şimdi buradan çok önemli bir başka noktaya geçmek istiyorum. Geçeceğim nokta şu şekilde ifade edeyim. Şu ana kadar anlattıklarımızdan sonra ara bir soru sormak istiyorum: Hazır mıyız? Yani hedef ülkemiz, hedef ürünümüz, ekibimiz, elemanlarımız, kültürel okuryazarlığımız, her şeyimiz tamam mı? Finansman durumumuz ne? Beklenmedik riskler ortaya çıktığında ne kadar uzun süre ayakta kalabiliriz? Hangi taahhütlere hangi vadelerde girebiliriz? Elimizin yanında mı? Eğer ben şirket yöneticisi olarak aynı zamanda liderlik pozisyonunu üstlenmişsem, herhangi bir sıkıntı anında benim dışımda bu işi bu misyonu üstlenecek bir başka kişi var mı? Gerektiğinde sıkıştığınızda yardım alabileceğiniz kurum, kuruluş veya kişiler var mı? Şirketler var mı? Yeterli miktarda pazarlamacınız, satış elemanınız, İK elemanlarınız mevcut mu? Esneklik olarak ne kadar esneksiniz? Çok hızlı bir şekilde yeni koşullara ve ortamlara adapte olabiliyor musunuz? Sizi diğer firma ürün ve hizmetlerden rekabetçi bağlamda ayıran özelliğiniz nedir? Diye sorsam, ne cevap verirsiniz? Cevabınızı "ben" diye başlamalı ve ürününüzü etkileyici bir şekilde doldurmanız gerekiyor. O zaman başka bir soru soralım: En iyi pazarı gerçekten bulduk mu? Bugün birçok firma, kahve veya hamburger gibi konular üzerine yoğunlaşmış durumda. Büyük alışveriş merkezlerinin içinde veya şehir merkezlerinde dikkat ederseniz, birkaç kahve veya hamburger firması bulabilirsiniz. Ancak, bu tür işletmelerin şehrin tam merkezinde, ana noktalarda konumlanması da önemlidir. Bu noktaları doğru bir şekilde yakalamamız gerekmektedir, bunların başarılı bir şekilde yerleştirilmesi için pazar araştırması yapmak gerekmektedir. Pazar araştırması konusunda başarılı olan şirketler bulunmaktadır. Bu firmaların davranışlarından veya iş yapış biçimlerinden ülkemize gelen firmalar hakkında öğrenmemiz veya dikkate almamız gereken birçok şey bulunmaktadır.

 

Peki, en çok zorlayan şeylerden biri nedir? En önemli faktör, tabii ki finansmandır. Finansmanla ilgili en büyük sorun nedir? Uygun faiz oranlarına erişim ve kur riskine maruz kalmak. Bunları iyi yönetmek gerekmektedir. Bu nedenle, iyi bir finansçı olmanız gerekmektedir. Finansal piyasaların davranışlarını anlamak, döviz kuru ve faiz hareketlerini anlamak, enflasyonu iyi bilmek, reel getiri ile nominal getiri arasındaki farkı bilmek önemlidir. Aksi takdirde, firmanın batışının farkına varmayabilirsiniz. Birdenbire iflas eder ve "Her şey yolunda giderken birdenbire firma battı" derken, aslında firmanın zaten battığına dair işaretler verdiğini gözlemleyemezsiniz. Sonuç olarak, firma bir günde değil, bir süre boyunca sinyaller vererek batmış olur.

Prof.Dr. Coşkun Küçüközmen ・ 14 dk